top of page

İÇİMİZDEKİ BİZ KAÇ KİŞİ

Updated: Dec 13, 2021


ree

İç dünyamızda biz dediğimizde söz ettiğimiz kimliklerimizle, gün içinde kaç kişiyiz?

Bu kimliklerimizin kaçında başarılıyız?

Öz güven sandığımız kimliğimiz, küstahlıktan içre, ezip geçici özellikte mi?

Yine biz dediğimiz kişi, kaçta kaç olmak istediği, kaçta kaç olması beklenen kişi?


Gün içinde insan otokontrolünü kaybetmediği sürece; olması gereken, az da olsa olmak istediği pek çok kişidir aslında...Tersi bir durumda ise bu özellik, bireyin otokontrolünü kaybetme seviyesine göre değişir; küstah, bencil, kaba, cani, hırsız, tecavüzcü, katil vb. gibi pek çok kişi olması kuvvetle muhtemeldir. Bu son saydıklarım için işin özüne inilip bakıldığında, durum o kadar karmaşıktır ki salt o kişiye özgülenip ayıp ve suç sayılamaz...sayılmamalı. Yaşanan, yalnızca o bireyin kişiliğine geçmişte yapılan kötü yatırımların, genellikle bu yatırımları yapanlar hariç, günlük yaşamda iletişim içinde olduğu farklı bireylere, faiziyle kesilen faturasından başka bir şey değildir.


Şunu asla akıldan çıkarmamalıdır ki, bazı oluştan gelen aksaklıklar söz konusu değilse, hiç kimse suçlu olarak doğmaz. Ortada bir kötü ve kötülük varsa, bunu çoğunlukla geçmişte bilinçli bilinçsiz fark etmeksizin, yanlış tutum ve davranışlarıyla yaratan insan ya da insanlar vardır. Bu yüzdendir ki, gerek aile içi gerek aile dışı iletişim çok önemlidir. Farkında olmadan bir hırsız, bir katil, bir tecavüzcü yaratımına katkıda bulunuyor olabiliriz.


Bu tür durumlarda sözü, bana dokunmayan yılana getirmek en basit anlamıyla aymazlıktır. Bir toplumun üyesiysek ve kaçınılmaz olarak üyesi olduğumuz toplumun bireyleriyle temas halindeysek, ki öyleyiz, yarattığımız yılan değilse de bir başkasının yarattığı yılanın zehrine maruz kalacağımız kesindir.


Yukarıda yazdıklarıma ek olarak uzun zamandır gözlemlediğim bu; toplum olarak televizyonda izlediğimiz programlardan, dizi ve filmlerden azımsanmayacak boyutta etkileniyoruz. Yani suç ve suçlu üretiminde yalnızca bireyler değil, yayın organları da ciddi oranda bir paya sahip.


Hatırlıyorum da, Okan Bayülgenin yapımcılığını ve sunuculuğunu üstlendiği, Zaga gibi, Makine gibi isimlerle yayınlanan ve uzun yıllar yayında kalan bir program vardı. Okan Bayülgen orada gerek zekasıyla, gerek mesleki yetenekleriyle, izlenme oranları bakımından hatırı sayılır bir program hayata geçiriyor, günlük yaşamda yapılsa küstahlık, hatta ayıp sayılabilecek çıkışlarda bulunarak konuklarını ve yayına telefonla bağlanan seyircileri köşeye sıkıştırıyordu. Bu yaptığına tü kaka deyip eleştirecek değilim. Sonuçta programın belli başlı bir kurgu biçimi vardı ve gerçek yaşamdan azade televizyonda yayınlanan bir eğlence programıydı.


Buraya kadar tamamsak benim programla ilgili değineceğim taraf başka...Şöyle ki; bu program sürdüğü ve benzerlerinin türediği zaman zarfında, halkımızın kişiliğine yavaş yavaş işlenen, zaman içinde de kemikleşen bir hazır cevaplılık, buna bağlı olarak ileri seviyelerde küstahlık, doymaz bir olumsuz eleştiri anlayışı, eleştiri anlayışına da kural ve sınır tanımazlık gibi özellikler kattı. Daha önemlisi bu haller pek çok bireyi inanılmaz mutlu ederken, ne kadar çok lafı gediğine koyarsa, ne kadar çok bireyi sözlü düelloda mat ederse, kendilerini o denli önemli hissettirdi.


Sözün özüne gelecek olursam, benim anlayışıma göre yapılan hiçbir sözlü düellodan galip çıkmanın verdiği haz ya da kazanım, adına ne denirse densin bir insanın kalbinde yeşertilen sevgiden, bizlere duyulan yakınlık, saygı ve dostluktan daha önemli olamaz...olmamalı.


Bu sebeple ben diyorum ki, evet eleştirelim, eğri olan doğrultulmayı bekler ama önce güzeline güzel deyip olumlu yanlarından başlayarak, evet eleştirelim ama söylemimizi, bak ben çok uyanığım bu yanlışın da gözümden kaçmadıyı algılatacak şekilde, durmadan uyarmak yerine zaman zaman kendi hatasını kendinin görmesine fırsat tanıyarak, belki de gücümüz yetiyorsa bu fırsatı yaratarak...En önemlisi hiçbirimizin mükemmel olmadığını unutmayıp, ayıpları örtmekte gece gibi olmak düsturundan çıkmadan, yani fısıldayarak eleştrilerimizi yapalım.


Karikatürlerde yer alan, gerçek yaşamda görünmez olan, içten içe oldukça konuşkan düşünce balonları vardır her insanın beyninde. Biliriz ki oraya, ne kadar güzel sözcük, ne kadar sıcak ve samimi duygu yazdırırrsak, iletişimimiz o denli güzel, insan kimliğimiz o denli ışıltılı olacaktır.


Çok mu zor! İnanın değil.


İletişimin bir sanat olduğunu, sözcüklerin bir etkisi, etkinin de bir tepkisi olduğunu, özellikle iyiliği ve kötülüğü yarattığını unutmadan...İnsan zihninin dipsiz bir kuyu olduğunun, attığımız taşı çıkarmanın imkansızlığının bilincinde; hoşgörü ve sevgiyi ayırmadan, sağlıkla kalın.



Comments


bottom of page