top of page

KURGU SANATI / APORİA

KURGU SANATI / David LODGE

49. BÖLÜM - APORİA (Çözümsüzlük)

sf. 261 - 265

Mayıs 2013 HECE Yayınları


ree

''Şimdi neredeyim? Şimdi kimim? Şimdi ne zaman? Sorgu sual yok. Ben, diyorum ben. İnanamıyorum buna. Sorular, hipotezler deyin bunlara. Sorular, hipotezler deyin bunlara. Git, devam et, buna gitmek de buna devam etmek de. Olabilir mi o gün, eski bir alışkanlığın dürtüsüyle dışarı çıkıp günümü ve gecemi evimden olabildiğince uzakta geçireceğime, o gün olduğum yerde öylece kalakaldım, çok uzun bir süre geçmedi aradan. Belki de böyle başladı. Zamanı geldiğinde harekete geçmek için sadece dinlendiğinizi sanırsınız ya da dinlenmenizin nedeni de yoktur ama bir de bakarsınız ki kendinizi kısa bir süre içinde yeniden bir şey yapamayacak kadar güçsüz bulursunuz. Nasıl olduğunun önemi yok. Bu dersiniz, bu, ne olduğunu bilmeden. Belki de en sonunda eski bir şeye razı oldum. Ama ben hiçbir şey yapmadım. Konuşuyor görünüyorum, o ben değilim, benim hakkımda, benle ilgili değil. Başlamak için bunlar birkaç genel saptama. Ne yapmalıyım, ne yapacağım, ne yapsam iyi olur, benim durumumda, bu nasıl olur? Salt mantıksız çözümsüzlüklerle (aporiayla) mı? Söylenir söylenmez ya da er geç çürütülecek doğrulamalarla veya yadsımalarla mı? Genellikle konuşmak. Başka çözümler olmalı. Yoksa oldukça umutsuz olacak. Ama durum oldukça umutsuz. Dahaileriye gitmeden söylemeliyim, daha ileriye devam etmeden, ne anlama geldiğini bilmeden çözümsüzlük (aporia) diyorum.''


Samuel BECKETT, The Unnamable

(Adlandırılamayan, 1959)


poria, ''zorluk, şaşkınlaşma,'' edebiyatta ise ''bir yere götürmez yol'', sona eren yol anlamına gelen Yunanca bir kelimedir. Klasik söylemde, konuşmada nasıl gidileceğine yönelik bir belirsizlik, bir problemle ilgili gerçek veya sözde şüpheyi belirtir. Hamlet'in ''olmak ya da olmamak'' şeklindeki monoloğu, belki de edebiyatımızda bunun en bilinen örneğidir. Kurguda özellikle bir hikaye anlatımıyla çerçevelendirilen metinlerde aporia, okur kitlesinin merakını uyandırmak veya anlattıkları hikayenin sıra dışı yapısını vurgulamak için anlatıcıların gözde uygulamasıdır. Aporia, başka bir söylem şekli olan sayfa üzerinde genellikle bir sürü noktalarla gösterilen tamamlanmamış cümleler veya bitmemiş ifadeler anlamında genellikle ''sözün aniden kesilmesi'yle (aposiopesis) bir aradadır...Örneğin Conrad'ın Karanlığın Yüreği'nde Marlow anlatıyı bu şekilde sık sık kırar:


''Sanki size bir rüyayı anlatmaya çalışıyorum; boşuna çabalıyorum, çünkü rüyaya ilişkin hiçbir şey, rüya hissini, çalkantılı bir isyan mücadelesiyle iç içe geçmiş o anlamsız, şaşırtıcı ve sersemletici, rüyaların özü olan o tutsak düşme hissini aktaramaz...''


Marlow bir süre sessizleşti.


''...Hayır,mümkün değil; insanın ömrünün belirli bir dönemindeki o çalkantılı heyecan hissini aktarmak -o hissin gerçekliğini, anlamını- algılaması zor ve içe işleyen özünü aktarmak imkansız. Rüyadaymış gibi yaşıyoruz, tek başına...''


'Fransız Teğmenin Kadını' veya 'Eğlence Evinde Kaybolmuş' gibi üstkurgusal anlatılarda aporia yapısal bir temeldir; çünkü yazar anlatıcı sanat içinde hayatı yeterli bir şekilde gösterebilmeye yönelik çözümsüz problemlerle boğuşur ya da kurgu karakterlerini kontrolünde nasıl tutacağıyla ilgili tereddütlerini itiraf eder. Mesela Fransız Teğmenin Kadını'nda Bölüm 53'te Sarah'nın Exeter'deki otelden ayrılıp kaybolduğunu gören Charles, onu aramaya başlamak için Londra'ya geri dönerken yazar anlatıcı, Charles'ın tren kompartımanında onu izleyen bir yabancı olarak terbiyesizce anlatıya girer:


Şimdi Charles'a bakarken kendime sorduğum soru...ben seninle ne halt edeceğim? Charles'ın kariyerini burada ve şimdi çoktan düşünmüştüm, onu sonsuza dek Londra yolunda bırakmayı. Ama Viktoryan dönemi kurgu kabulleri belirli bir sonuç istiyor, açık olmayan hiçbir yere izin vermezdi ve ben daha önce karakterlere özgürlük verilmesi gerektiği üzerine nutuk çekmiştim. Benim problemim basit -Charles'ın istediği şey belli mi? Evet gerçekten de belli. Ama diğer başkarakter Sarah'nın ne istediği o kadar açık değil ve hem onun şu an nerede olduğundan hiç emin değilim.



Samuel Beckett'in kurgusunda özellikle son eserinde aporia yaygındır. Adlandırılamayan bir bilinç akışı romanıdır. Ama bu roman, ana karakterlerinin algı izlenimlerinde, düşüncelerinde ve anılarında Dublin'in görünümlerini, seslerini, kokularını ve insan koşuşturmalarını bize çağrıştırdığı Joyce'un Ulysses'ı gibi değildir. Bizim sahip olduğumuz şey, kendisiyle konuşan, düşünceleri oluşurken yazan, yok oluşu ve sessizliği arzulayan bir anlatıcı sesidir. Ama anlatmaya değer hiçbir öykü olmamasına rağmen anlatmaya devam etmeye mahkumdur ve hiçbir şeyden, zaman ve mekan olarak kendi durumundan bile emin değildir.


İsimsiz anlatıcı, sınırlarını ne görülebildiği ne dokunabildiği, belirsiz ve karanlık bir yerde oturmaktadır ve bazıları Beckett'in önceki romanlarından alınmış görünen ve bulanık bir şekilde algılanan kişiler de bu anlatıcı etrafında döner -ya da isimsiz anlatıcı onların etrafında dönüyor olamaz mı?-. Gözlerinin açık olduğunu ''durmaksızın akan gözyaşlarından ötürü'' biliyordur. Nerededir? Cehennem olabilir. Bunamışlık da olabilir. Söyleyecek bir şeyi olmamasına rağmen yazmaya devam etmek zorunda kalan bir yazarın zihni de olabilir; çünkü insanın durumuyla ilgili artık söylemeye değecek hiçbir şey yoktur. Veya bütün bu ifadeler temelde bir ve aynı şey midir? Adlandırılamayan, Ronald Barthes'ın ''yazının sıfır derecesi'' tanımına uyar görünmektedir. Bu tanım, ''edebiyatın yenilgiye uğradığı, ayrıntılara inmeden insanoğlunun karmaşık problemlerinin açılıp sunulduğu ve yazarın telafi edilemez dürüstlükte olduğu'' şeklindedir.


Söylem, ilerleyip devam etmekten ziyade bir tür kendini ifade etmeyi ertelemeyle, bir adım ileriye atıp bir adım da geriye atarak sadece virgüllerle ayrılmış çelişkili ifadelerle, sıradan, karşıt fikir belirten fakat ve amalar olmadan büyür. ''Git, devam et'' şeklinde anlatıcı kendini zorlar ve hemen alaycı cevabı ekler, ''buna gitmek de bunadevam etmek de.'' Bulunduğu yere nasıl gelmişti? ''Olabilir mi o gün...öylece kalakaldım.'' Hemen ardından ikinci soru çıkıyor: ''Bu dersiniz, bu, ne olduğunu bilmeden.''


Beckett, daha adı konulmamışken bir yapısökümcüydü. ''Konuşuyor görünüyorum, o ben değilim, benim hakkımda, benle ilgili değil.'' Robinson Crusoe'dan Great Expectations (Büyük Beklentiler)'e A La Recherche du temps perdu (Kayıp Zamanın İzinde)'ye kadar kendini tanımayı başarmanın avutucu umudunu taşıyan otobiyografik kurgu ve kurgusal otobiyografinin uzun hümanist geleneğinin temellerine saldırır bu cümle. Derrida'nın sözel söylemin kaçınılmaz ''differance'' kavramını, Beckett önceden hissetmişti: Konuşan ''ben'' konuşulan ''ben''den her zaman farklıdır, dilin gerçekliğe tam uydurulması her zaman ertelenir. ''Başlamak için bunlar birkaç genel saptama.'' Genelde böylesi orta yollu formül, epistemolojik boşlukta kasvet verici bir komikliktedir. Anltıcı nasıl ilerleyecektir? ''Söylenir söylenmez ya da er geç çürütülecek doğrularla mı veya yadsımalarla mı?'' (yani kendisiyle çatışarak mı) yoksa ''salt mantıksal aporia ile mi?'' Aporia, yapısökümcü eleştirmenler için gözde bir benzetmedir; çünkü bütün metinlerin belli bir anlama dayanarak kendi iddialarını aşındırdıkları gidişe örneklik oluşturur. Ama anlatıcının daha sonraki ''ne anlama geldiğini bilmeden çözümsüzlük (aporia) diyorum'' şeklindeki itirafı, aporianın bir baskın çıkışıdır.


''Başka çözümler olmalı. Yoksa oldukça umutsuz olacak. Ama oldukça umutsuz.'' Burada sıra dışı olan şey, bu iç karartan, karamsar ve insafsızca şüpheci metni okumanın son derece can sıkıcı olmaması; aksine, uç derecede insan ruhunun hayatta kalışını doğrulayan şaşırtıcı bir tarzda, komik ve etkili olmasıdır. Ünlü son kelimeleri ise şunlardır: ''Sürdürmeniz gerekiyor, devam edemiyorum, ben sürdüreceğim.''



David LODGE


Ekleyen : Zeliha AYDOĞMUŞ


Kurgu Sanatında SÜRREALİST (GERÇEKÜSTÜ ANLATIM) İçin TIKLAYINIZ!

Kurgu Sanatında SÜSLÜ DÜZYAZI (ŞİİRSEL ANLATIM) İçin TIKLAYINIZ!

Comments


bottom of page